top of page

Yeşil Kulube

Babamın İstanbul’dan taşıdığı devasa siyah minderlerin üzerine yayıldım. Buradan portakal ağaçlarının tepelerini görüyorum. Ancak uzaktan bakınca heybetini anlayabildiğim yaşlı zeytin ağacının oyuklarını da. Sonra bir an, belki de tam ayaklarımı balkonun korkuluklarına uzattığım anda burası birden Hindistan’da, o küçük kasabada kaldığım yeşil duvarlı odanın balkonuna dönüşüyor. Adı “Green Cottage” olan pansiyon, ana caddenin üzerinde. Ana cadde beni kalabalık gürültülü dar sokaklara, sokak satıcılarına, küçük dükkanlara ve Ganj’ın bulanık mavi sularına götürüyor. Ama “yeşil kulübe” adını, sırtını dayadığı gizli ormandan almış. Sürekli bereyle gezen sessiz adam, doğru zamanlarda çıkarsam ve yeterince uzağa gidersem vahşi hayvanları bile görebileceğimi söylüyor. Sık ağaçların arasından geçip bir su kenarına varıyorum. Yeterince yürümediğim ve doğru zamanda çıkmadığım kesin. Ama ağaçların kızıl kabukları var ve burada benden başka kimse yok.


Yalnız yolculuklar, hiç bilmediği hallerini acımasızca ifşa ederken bir yandan da kendi sırtını sıvazlamanın gizli yollarını öğretiyor insana.


Bir seferinde en savunmasız ve korku dolu hissettiğim bir sabah köründe boş sokakta tenha durakta, güvende hissetmek ne demek anlamıştım mesela. Bir keresinde bir otobüs beklenmedik bir anda kabuslu günlerin kapısını araladı bana. Sabaha karşı bir dağın zirvesine yürümüştük, tanımadığım bir avuç insan. Tüm o yeşilli morlu patikaları aşınca karlı zirve görünmüştü. Kartal kanatları ve bulutlar… Eski okulun avlusunda sırtımı dayadığım duvar… Bilmediğim enstrümanlardan çıkan tanıdık ezgi…Beklenmedik bir anda karşıma çıkan eski bir dost ve bir daha hiç görmeyeceğimi bilerek tanıştığım insanlar…


Havalimanında elimde bir not defteri. Dışarısı çöl olmalı. Görünmüyor. Ayaklarımı uzatıyorum. Belki tam o anda. Birden. Geniş siyah minderler. Portakal ağaçlarının yapraksız tepeleri… Yaşlı zeytinin gözleri.


Klişeler doğru söylüyor. Kilometreler ve kilometreler ve hep aynı yere çıkıyorsun. Defalarca vardığın rüya kentleri gibi. Gerçek haritalarda öyle bir yer yok. Ama işte, gizli ormanı da, bulanık mavi suları da gördüğüme eminim.


O halde, sürekli bereyle dolaşan sessiz adam da ben miyim?






bottom of page