top of page

İpler

Yıllar önce Özgecan’ın ardından yazmışım. Bugün yazmışım gibi.


“Sen duymasan da, aldırmasan da, sen bilmesen de bilen biri vardır. Kafanın, vicdanının, karnının içindedir. Sen bilmesen de yani, yürürken yolunu değiştirmeni söyleyen ses bilir. Arkadan gelen ayak sesine kesilen kulakların, kapının kilidini defalarca çeviren ellerin bilir. Sıktığın yumrukların, birbirine çarpan dişlerin, karnının içindeki daimi yumru bilir. Her dem tetikte yaşamayı kanıksamış olmaktan duyduğun öfke, hissettiğin utanç bilir.


Çünkü toplumların tavanlarından binlerce ip sarkar. Geniş ya da dar, yüksek güvenlikli ya da tekinsiz, aydınlık, karanlık, tenha ve kalabalık tüm cadde ve sokaklar arasında sarkan ipler. Her seferinde çeşitli hakemler huzurunda saklanıp biriktirilen sırlardır onlar. Toplumlar tarafından bilinen ama söylenmeyen, söylenen ama konuşulmayan, konuşulan ama kayıtlara geçirilmeyen cinayetlerdir. Sarkan milyonlarca ip. Milyonlarca kez aynı yerden, özgürlüğünden öldürülen kadınlar.


Tüm dünya tarafından tanınan bir suçluyu saklar gibi, tedirgin ve sessiz yaşamaya devam ederiz. "Neyin var?” Hiç."

Hiç değil. Aramızda ölü bir kız var, 20 yaşında.


Onlar bilmez. Onlar canileri ve cesetleri saklarlar. İpleri bir biz görürüz. Oysa biz korkuyu nasıl tanıyorsak, o kızı da, özgürlüğü de öyle tanırız. Doğamızın bildiği yerden. Bildiğimizi bilmeden biliriz. Tüm karanlık omuzların üzerinden

göz göze gelebildiğimizde biliriz.


Bütün güzel şeyleri yakıp yıkıp yasaklasalar, paylaşacak başka şey bırakmasalar ne fark eder. Korkuları paylaşırız. Korkularımız, onların tavanlarımı çökertecek, iplerini yerlerinden sökecek denli büyüktür.


Onlar bilmez. Sokaklarda, meydanlarda ya da kapalı kapılar ardında, bilincin üstünde ve altında; hafızanın ve tarihin dibinde, öyle ya da böyle bir aradayız. Korku bizi ayırır sanırlar. Korkularımızdan korksunlar.”



bottom of page