top of page

Eksik Şarkı

Televizyonda flaş flaş flaşlarda. Fon müziklerle parça parça kesitler, kravatlı ceketli uzun oturumlarda izleriz. Az sonra siyah beyaz bir anıya dönecek çarpıcı fotoğraflarda ya da.

.

.


İlkokuldayım. Televizyonun durduğu yeri hatırlıyorum. Eski evin ahşap arkalıklı koltuklarını. Ekrandaki spiker kadının sesini. Annemin soluk yüzünü, büyümüş göz bebeklerini. Çantalarla torbalarla sıra sıra yürüyen insanların fotoğraflarını. O zaman bilmiyorum savaş nedir. Ama biliyorum pekala. Esas çocuk halimle biliyorum.


Şarkısız Gecelerin İlki’nde “harbin” çıktığını öğrenen çocuk hissediyordu bir şey “ne olduğunu bir türlü bulamıyordu”. Babası korkmamasını söylemişti ama nafile. Savaşın içinde değildi, yine de onu gözünden tanımıştı. Cevabı şarkısız gecede bulmuştu.


“… Babam, eve girdiği andan beri şarkı söylememişti o gece, ilk olarak.”*


İnsanlar yol yol yürür. Yerin kat kat altına inerler. Ellerinde çantalar, torbalar, bavullar olur. O çantalarda hiç geçmeyecek şeyleri taşırlar.

Yıllar sonra hiç soramayacağımız soruları. Çocuklara hiç anlatılmayacak, adına “anı” denmeyecek yaşantıları.


Çantaları taşıyanları izleriz. Olanları dinleriz. Utancı taşırız. Hayatta kalmanın, evde olmanın, devam etmenin utancını. Çantasız torbasız, yol yol gitmeden kat kat inmeden kaçmadan taşırız. Taşınan nedir bilmeden. Adını söyleyemeyiz. Yine de aynı çantalardan, eksik şarkılardan tanırız onu.



*Bilge Karasu, Troyada Ölüm Vardı, Metis yy.,



bottom of page