top of page

Hoş Geldin ve Elveda

Kendinden öncekileri yok etmek üzere olan o son anın -zamanın tesadüfi/herhangi bir parçasının değil yani, bir yaşamı oluşturan “bütün günlerin akşamının”- tek bir günün sonundan daha uzun olduğunu söyleyebilir miyiz?


Roman sekiz aylık bebeğin ölümüyle başlıyor. Ya da annenin tuttuğu "ölü nöbetiyle". Beşik, Goethe külliyatının 9. cildine denk gelen taşa bağlanıyor; Yahudi dedenin oturduğu alçak tabure, Yahudi annenin oturduğu alçak tabureye dönüşüyor. Dağılan bir ailenin hikayesinin içinde birdenbire bir boşluk sunuyor Erpenbeck bize: “Örneğin," diyor, "anne ya da baba o gece koşup pencereyi açsaydı, pencere eşiğinden bir avuç kar toplayıp bebeğin gömleğinin altına soksaydı…”


Bir yüzyıla yerleşen günleri takip ediyoruz. Hangi hikayenin yaşanmış; hangisinin ihtimallerden biri olduğu belirsizleşiyor. Karakterin adı yok çünkü onunla birlikte "hareket etmemizi" istiyor yazar. Meselenin isimlerle bir ilgisi de yok zaten. Okur olarak biz de mekan, zaman, kimlik değiştiriyoruz. Aynı insanın farklı yaşamları ya da başka başka insanların kesişen, birbirine dolanan ve yeniden yeniden yazılan yaşamları... Yazgı diye bir şeye tutunmanın imkansızlığını da yüze vuruyor yani: tek bir kişinin; özel, biricik, yalnız bir kaderi olabilir mi?


İsimsiz karakterler -Goethe'nin hayaleti ve okurken bariz bir biçimde işitebileceğiniz müzik eşliğinde- yılları, savaşları, şehirleri birbirine bağlayan görünmez nehre kapılıp gidiyorlar (gidiyoruz). Ölüm, hiçbir zaman tek bir kişinin meselesi - sonu- değil zira. “Ne kadar çok bilirsen,” diyor Erpenpeck bir röportajında*, başkalarının yaşamları (ve acılarını) kastediyor, “kendi hikayen o kadar önemsizleşir.”

Sonsuz ihtimaller arasında; zamanın kendisinin ve tabii ölümün karşısında biçare insan. Ama asıl, içine doğduğu yüzyılın; yazılmış/yazılan/yazılmakta olan tarihin kendisinin karşısında... Bir bebeğin ölümü, herhangi bir ailenin “kişisel” tarihinde gömülü kalabilir miydi ki? "Aller Tage Abend” Almanca’da, “her şey bitene kadar bitmez, hala zaman var” anlamına gelen bir deyişten geliyor. Bir avuç karı alıp bebeğin göğsüne sürersin ve hala zaman var; “bütün günlerin akşamı” olana dek zaman var.


"Ancak son kez olduğunu bilmeden son kez yaşanan şeyleri zaman silip götürmüştü. Annesi onun saçlarını kim bilir en son ne zaman tepesinde toplamıştı? Kız kardeşi mutfak masasında oturup ödevlerini yaparken o kim bilir en son ne zaman bulaşıkları yıkamıştı? Krasni Mak'ta kim bilir en son ne zaman oturmuştu? Hayatının birçok döneminde herhangi bir şeyi son kez olduğunu bilmeden sonsuza kadar son kez yapmıştı. O halde ölüm bir an değil ömür boyu süren bir cephe miydi? Bu durumda düşerek bu dünyadan değil, olası bütün dünyalardan mı gitmiş oluyordu? Düşerek Viyana'dan, Prag'dan ve Moskova'dan, Berlin'den, sosyalist kardeş ülkelerden ve Batı dünyasından da mı gitmişti? Düşerek bütün dünyadan, geçmiş zamandan, şimdiki ve gelecek zamanların tamamından da mı gitmişti? Ama oğlu ne olacaktı şimdi?"***


Romanın son bölümüne geldiğimizde, bakım evinde artık kadına sürekli adıyla sesleniyorlar. Frau Hoffmann, 90. yaş gününden bir gün sonra ölecek. Zamanın da insan yaşamının da hep yukarı ve ileri doğru giden bir şey olduğuna inansaydık, her şeyin bununla bittiğine ikna olabilirdik. Oysa Goethe külliyatı nesilleri dolaştı ve III. Bina'dan Herr Zabel "karısının öldüğünü defalarca unuttu, tekrar ve tekrar unuttu."


Bütün Günlerin Akşamı, ihtimallerin, soruların ve tüm kesin şeylere inat "belkilerin" içine yerleşebileceği geçici ve yine de geniş bir son an sunuyor bize - bir boşluk.


*Hoş Geldin ve Elveda, "Willkommen und Abschied", romanda alıntılanan Goethe şiirlerinden biri.

***Sayfa 213 (III. Kitap) (Can yy. )

Çeviri: Regaip Minareci

bottom of page