top of page

Böyle Birisi


“Oysa öyle!" diye bağırıyor Sheila. "Beden bir üniformadır! Beden silahlı bir ordudur! Beden şiddetli bir eylemdir! Beden gücün intikamıdır! Beden savaştadır! Beden bir özne olarak kendini ortaya koyar! Beden bir araç değil amaçtır! Beden anlam taşır! İletişim sağlar! Haykırır! Gösteri yapar! Düzeni yıkar!"


Italo Calvino, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu*


Embodiment – çok daha öncesine dayansa da "Yeni Çağ" (New Age) akımının yeni popüler kelimesi, muhtemelen mindfulness gibi bireyciliğe indirgenerek içi boşaltılmaya amade güzide kavram- Türkçe’de literatüre “bedenlenmek” ya da “bedenlileşmek” olarak geçmiş.


Bedenle bağlantımız o kadar kopmuş ki onu edinmemiz gerekiyor. O kadar dışarıda ki, ondan başka bir kişi gibi bahsediyoruz: “O kol, o el, ayaklar ve yüzler.” Soruyorlar: “Bedenin ne diyor. Bedeninde ne oluyor. Beden ne yapmak istiyor?” Kötü çeviriler gibi… Bir yanıyla da gerçek kopuşu açık ediyor: Bedeninden o kadar uzaktasın. Onu bulman gerek. Tamam da, içinde yaşadığın bir şeyi dışarıda nasıl bulacaksın? Dahası, onu sen atmadın. Tek başına nasıl geri alacaksın?


“Ruhun hapishanesi.”

“Ruhun iğrenç giysisi.”

“Ruhun mezarı”

Aklın uzantısı.

Bir makine.

Proje.

İlkel hayvan.

Ürkünç cadı.


Kimlerin cadı olduğunu iyi biliyoruz, değil mi?



Hayatımızın her aşamasında duyduğumuz bir ses var, diyor ki:


bedenin kötü bir yer.

bedenin günahkar bir yer.

bedenin pis bir yer.

bedenini bana ver.

ve bedenini aldım.


Beden üzerindeki söz hakkı, tüm insanlara, yapılara, sistemlere, kurumlara yayılmış ortak bir hayalet gibi. Tam da bu sebeple eleyip süzüp tek bir kişiye düşüremiyoruz onu.


Doğurman - doğurmaman, regl, kürtaj, cinsellik, evlilik hepsi için belirlenmiş kurallar var. Hep senin adına ve senin yerine konuşmaları bundan. Cinselliği (cinselliğini değil, "cinselliği") nasıl yaşayacaksın, nasıl doğuracaksın ve "o" çocuğa (çocuğuna değil, "o" çocuğa) nasıl bakacaksın, her şey belli.


Karnın senin karnın değil yani. Sen sen değilsin. Bir can taşıyorsan, o senin canın da değil. Ve merak etmene gerek yok, hepsini onlar diyecekler. Ve seni koruyacaklar bak, bu mühim. Öylesine bir kadındın, -"Böyle Birisi"- sen artık gerçek biri olacaksın.


"Annekadının" usturuplu yaşamı ise seni içine çeken bir delik. Ne yapar bu kadın? Bağırıp çağırır, küfür eder mi? Nasıl görünür? Ne giyer? Hangi kelimelerle konuşur? Ayaklarının altındaki cennette yanmak pahasına mı saklar memelerini?


Anneannemin, ben doğduktan sonra, her gün sürdüğü rujunu terk etmesi mesela, tesadüf mü?


Etiketler annelikle de sınırlı değil elbette. Herkes için çeşitli, her yaşa ve pozisyona uygun makullük standartları var. O halde, herhangi bir kadın olarak, giyinirken, soyunurken, yürürken, dururken, konuşurken, yazarken; aynalarda, şehirlerin cam duvarlarında kendimize bakarken, gördüğümüz kim? Dahası, onu kimin gözüyle görüyoruz?


Eylül Görmüş'ün "cüretkarlık”üzerine yazdığı bir yazı vardı**. Kendisinin cüretkar olduğunu düşündüğü bir fotoğrafını paylaşma tereddütünden yola çıkmıştı. Okuduğumda bütün bunları yeniden düşünmüştüm. Gerçekten ben de sosyal medya hesabımın duvarlarına asacağım posterleri incelikli bir otosansürle seçiyordum. El çabukluğuyla, kendim bile anlamadan, ilk önce "cüretkar" görünebilecekleri eliyordum. Oysa bir eylemin cüretkar olup olmadığı kadar cüretin tanımı ve nitelikleri de hepten erkeklere bırakılmış. Hepimiz için, kimlik ve adlarımızla örtüşen - örtüşmeyen "görüntüler" var. Bunları biz yaratmadık ve yine de bedenlerimiz onlar tarafından kuşatılmış halde.


Annie Ernaux hakkında bir değerlendirmeye denk gelmiştim. Yazan kişi, Ernaux’yu övmelere doyamamış ama onu o kadar anlamamıştı ki... Bazı "kadın” yazarların ilgi çekmek için pozlar verip fotoğraflar çekip yayınladığını anlatıyor ve onları Ernaux üzerinden yeriyordu. Bu bakış, toplumun karnına yayılıp genişlemiş sinsi bir ur gibi. Erkekler arasında da bir ayrım yapmıyor. “Aydın kadın, okumuş kadın, entelektüel kadın” nasıl olmalıdır bakınız bunların cevaplarını da "aydın" erkekler veriyor.


Embodiment konuşacaksak buralara gelmemiz gerek yani. Seçemediğimiz fotoğraflara, anneannelerin terk edilmiş rujlarına, evlerin boy aynalarına, toplumun cam duvarlarına...


Beden üzerindeki haklarını geri almak, gözlerini kapatıp dikkatini kendine getirmekle olmuyor. Yaşam alanlarında özgür değilsen birdenbire vahiy inmiş gibi bedenini sevmeye başlayamıyorsun. Birçok “kendine bakım” akımı bu yüzden yalnızlaştırıcı ve ayrıştırıcı. Belki de bu sebeple bir çoğu, odağına "kadın güçlenmesini" almasına rağmen politik olmamakla gururlu; kadın hareketine mesafeli; feminizmin f’sini ise ağzına almıyor. Oysa, yapıları parçalayacak, meydanlarda meydan okuyacak bir hareket olmadan bedenlenmek ne kadar mümkün?


Judith Herman, Travma ve İyileşme'de, kendilik, değer ve insanlık hissinin başkalarıyla bağlantıda olma hissine dayandığının altını çizer: "Kendisinde sonsuza dek yok olduğuna inandığı bir şey, - güven, uyum, cesaret - yeniden uyanır. Başkalarının eylemlerinin yansımasında kişi, kendi kayıp parçalarını bulur." ***


Bedenlerimiz tüm yaşam hikayemizi saklayan devasa bir kap gibi.

Hikayeleri tek başımıza yazmadık.

Kayıp parçaları birlikte bulacağız.


Böyle Birisi


Dışarı çıktım cin çarpmış büyücü gibi, uğursuzluk tutkunu, gece daha yürekli; şeytanı düşleyerek, yaptım tersliğimi kır evlerinin üstünden, ışıktan ışığa; kimsesiz şey, on iki parmaklı akıl fukarası. Böyle bir kadın tam kadın değildir. Ben böyle birisi oldum.

Sıcak mağaralar buldum ağaçlar arasında, tavalar, oymalar, raflarla doldurdum gömme dolaplar, ipekler, bir sürü öte beriyle; akşam çorbası pişirdim kurtlar ve periler; yola getirdim yoldan çıkmışı. Böyle bir kadın yanlış anlaşılır: Ben böyle birisi oldum.

Arabana bindim, arabacı. çıplak kollarımı salladım geçtiğimiz köylerde, son ışıklı yolları keşfederek; hayatta kaldım ateşinin hala kalçalarımı ısırdığı yere ve tekerlerin döndükçe kaburgalarımın kırıldığı. Böyle bir kadın ölmekten utanmaz. Ben böyle birisi oldum.


(Türkçesi: Nurduran Duman)


*Italo Calvino, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, Yapı Kredi Yayınları, (Türkçesi: Eren Yücesan Cendey)

*** Judith L. Herman, Trauma and Recovery - The Aftermath of Violence from Domestic Abuse to Political Terror

bottom of page