top of page

Dağınık Bir Kalp

Muhatabına ulaşmama ihtimaline rağmen aramaya devam etmenin yegâne yolu: Mektuplar.

Söylenmeyen sevgi sözleri arasında herkesin herkesi anlayabildiği kısa boşluklar yaratır.

Günlük olay, istek ve taleplerin altında büyük acıları gizler.

Anlamaya dair ısrarcı bir çaba koyar ortaya.

Yaşayarak bulunamayanı yani, yazarak yakalamanın yolunu bulur.


“... bu tümcelerden ya da sözcüklerden biri, bir mağaranın karanlığında, milyonlarca kişi arasında biz kardeşleri birbirine tanıtabilirdi,” diye yazıyor Ginzburg Aile Sözlüğü’nde, “Bu tümceler bizim Latincemiz, geçmiş günlerimizin sözlüğüdür, Mısırlıların ya da Asur-Babillilerin hiyeroglifi gibidir, varlığı ortadan kalkmış olmakla birlikte, azgın sulardan, zamanın aşındırmasından kurtulmuş, yaşamını sürdüren bir yaşamsal çekirdeğin kanıtı gibi.”


“Sevgili Michele” de de belki aynı sözlüğün izinden gidiyor. Hem tek tek aile bireylerinin ve hepsinin bir araya getirdiği “bütünün” yalnızlığını görüyoruz. Ama bu yalnızlığın yükü altında bırakmıyor bizi. Karakterlerini de ona mahkum etmiyor. İyileşmeyi de direnmeyi de aynı yerde buluyor.


Evin oğlu Michele, mektupların odağı; ailenin, arkadaşların, yabancıların kesiştiği nokta. Fakat ortada bir soru var: Michele nerede? Michele tam olarak kim? Mara’nın çocuğunun babası mı? Osvaldo’nun gizli aşkı mı? Kimlerden kaçıyor? Neyi arıyor? Kimse onun nerede olduğunu bilemiyor, adresi sürekli değişiyor. Biz onu hiç görmüyoruz, gönderdiği kısa mektuplardan onu tam olarak tanıyamıyoruz. O da açıkça yazıyor zaten: “Benimle ilgili varsayımlarda bulunma. Elinde bazı önemli veriler olmadığı için sonuçta yapacağın varsayım yanlış olur.” Michele bir boşluk olarak hareket ediyor. Dünyada bir boşluk, ailenin içindeki eksik parça...

 

"“Yaşamını bir yerlerde hayal etmeye çalışıyorum, ama aynı zamanda hayal ettiğimden farklı bir yaşam sürdüğünü hissediyorum, böylece hayal gücüm gittikçe daralıyor ve sana yakıştırdığı süslerden kuşku duyuyor,” diyor Adriana oğluna mektubunda. “[...] Doktor kalbimi de dağınık buldu. Eşine, düzenli bir evim olduğunu ama kalbimin dağınık olduğunu anlat. Ona beni anlat, böylece beni karşısında gördüğü zaman gerçek görüntümü senin anlattıklarınla karşılaştırabilir. Yaşamın bize emanet ettiği ender mutluluklardan biri, başkalarının tanımlarını önce hayalimizde kurduğumuz şeylerle, sonra gerçeklerle karşılaştırmaktır.”


Sitemkâr, mutsuz, yer yer huysuz anneyi, kayıplara karışan oğlu, duymayan dinlemeyen babayı, birbirinden farklı duygu, dert ve alışkanlık içindeki tüm karakterleri bir biçimde anlıyoruz. Hasetlerini, öfkelerini, arayışlarını tanıyoruz. Ayrılığın ve yalnızlığın suçunu tek tek insanların üzerine yıkamayacağımızı kabul ediyoruz. Üzerinden yıllar geçmiş olsa bile savaşın; ondan bir “mesele” olarak söz edilmese bile faşizmin, yaşamın her köşesine nasıl da sızdığını görüyoruz. Mutluluğun silik anılarda, ayrılığın ve ölümün sonrasında, ancak geriye dönüp de görülebilen bir şey olduğunu ve faşizmin şiddetinden ani bir bıçak darbesi kadar uzakta durduğunu da.


Yazarın aileyle bir meselesi olduğu çok açık. Kendi de “her şeyin başladığı yer,” olarak adlandırıyor onu, “tüm mikropların büyüdüğü”*. Fakat başka sorular da sorduruyor bize: Aile, aileden başka nedir? Ev, evden başka nedir? “Son of Man” adıyla çevrilen yazısında şöyle anlatıyor**:


“Kötülük deneyimlendikten sonra unutulmaz. Bir evin çöküşünü görmüş biri, çiçek vazoları, resimler ve beyaz duvarların ne kadar kırılgan şeyler olduğunu çok iyi bilir. Bir evin neyle yapıldığını çok iyi bilir. Bir ev tuğla ve harçtan yapılır ve çökebilir. Bir ev ille de sağlam değildir. Bir anda çökebilir. Huzurlu küçük çiçek vazolarının arkasında, çaydanlık ve halıların arkasında ve cilalanmış zeminlerin arkasında bir evin diğer gerçek yüzü vardır - enkaza dönüşmüş evin korkunç yüzü.”


İşte Böyle Oldu’yu ağzım açık okumuştum. Aile Sözlüğü’nde -özellikle kocasının ölümünü anlattığı tek satırda ve Pavese’nin intiharındaki anlayış ve hüzün dolu cümlelerinde, ama en çok da aileyi birbirine bağlayan ve tüm sevgi sözcüklerinin yerine geçebilen “aile sözlüğü” içinde Ginzburg’u daha iyi anladığımı hissetmiştim. “The Little Virtues” adı altında toplanan yazılarını okuduğumda, yazarken (ve yaşarken) tıkanıp kaldığımda onun kapısını çalacağımdan emin oldum . “Bütün Dünlerimiz” yaşamın (ve savaşın) kendisini ve onun içinde bulunacak insanlığı öğreten koca bir yara gibiydi. Ve şimdi “Sevgili Michele”, benim için Ginzburg’un okuduğum tüm karakterlerini birbirine bağlayan bir ağ oldu. Müdanasız tavrına; her şeyden önce, vasat, saf, boş bir mutluluk anlayışına karşı duruşuna hayran kaldım. Asla iyimser olmayışına karşın karanlığın, karmaşanın, umutsuzluğun içinde birbirini aramaktan vazgeçmeyen insanlarını unutabileceğimi hiç sanmıyorum.


"...Arabada şarkı söylemeye başlamıştı. Babasının ağzından düşürmediği bir şarkıydı. O dönemde didiştiğim babasını anımsattığı için aslında sinir olurdum o şarkıya. Ama o gün mutluydum ve tüm didişmelerimi hafif, tatlı, çekilebilir hissetmiştim. Şarkının sözleri şöyleydi: "Ne topumuz ne tankımız var ne de uçağımız var, ey Carmela." O şarkıyı sen de biliyordun, onun için Michele'ye eşlik etmiştin: "Faşistlerin dehşeti, rumba la rumba la rumba la." Aptal olduğumu düşüneceksin ama bu mektubu o gün Michele'yle beraber şarkı söylediğin için ve iki ya da üç yıl boyunca kullandığı o şapkayı aldığın için sana teşekkür etmek için yazdım. Senden bir şey daha rica edeceğim, eğer o şarkının sözlerinin tümünü biliyorsan bana yazıp postayla yolla. Tuhaf olduğumu düşünebilirsin ama insan gerçekte hiçbir şey arzu etmediği zamanlarda en küçük ve tuhaf şeylerden medet umabilir." 

Sevgili Michele, Natalia Ginzburg
Can Yayınları, Çeviren: Şemsa Gezgin (s. 159)



**Natalia Ginzburg, Little Virtues

(İngilizcesi: "Once the experience of evil has been endured it is never forgotten. Someone who has seen a house collapse knows only too clearly what frail things little vases of flowers and pictures and white walls are. He knows only too well what a house is made of. A house is made of bricks and mortar and can collapse. A house is not particularly solid. It can collapse from one moment to the next. Behind the peaceful little vases of flowers, behind the teapots and carpets and waxed floors there is the other true face of a house – the hideous face of a house that has been reduced to rubble" - Çeviri:Dick Davis, Daunt Books)



Natalia Ginzburg, İşte Böyle Oldu, Can Yayınları, Çeviren: Şemsa Gezgin

Natalia Ginzburg, Aile Sözlüğü, Kırmızı Kedi Yayınları, Çeviren: Nihal Önol

Natalia Ginzburg, Bütün Dünlerimiz, Kırmızı Kedi Yayınları, Çeviren: Nihal Önol

Natalia Ginzburg, Kente Giden Yol, Can Yayınları, Çeviren: Yıldız Kurtoğlu



 

bottom of page