top of page

Böyle Bir Koza

Geçenlerde Indiana Universitesi ve Stephen Porges'in birlikte hazırladığı Covid-19 anketini yaptım. Sadece soruları okumak bile bu süreçte içinden geçtiğim bazı halleri tanımama yaradı ve birçok kez "bunlar bir ankete konu olduğuna göre, bir tek ben yaşıyor olamam" anları yaşadım. Boktan duygularda bile olsa insanlar olarak bir şeylerde ortak olmaktan gelen anlık bir normallik hissettim. 


Bu nereye gittiğini kestiremediğimiz süreçte, adını koyamadığımız birçok duygu, durum, hal bir arada ya da ardı ardına beliriyor. Bir gerginlik, stres, baskı... Birden bastıran bir üzüntü, öfke, yalnızlık veya çaresizlik hissi... Her ne kadar türlü güzellemelerle yokmuş gibi yapsak da, toplu olarak bir krizden geçiyoruz. Kolektif bir travmanın kapı önünde bekliyoruz. 

Bu krizi en sağlıklı ve en rahat şekilde atlatmak için herkes farkında olarak ya da olmadan bir şeyler yapıyor kuşkusuz. Yaptığımız her şey, hissettiğimiz her şey gibi gerçek ve geçerli. 


Ama bu süreci romantik hitaplarla süslemeyi, buradan "pozitife odaklanma" ritüelleri, birtakım "aydınlanma paketleri" çıkarmayı bırakmak gerekmiyor mu? 


"Daha önce ne böyle aynı anda yalnız kalmış, ne de böylesine savunmasız bir şekilde yalnızken bu kadar birlikte olmuştuk." diyor Gabor Mate. Sonra da, Koronavirüs salgını sırasında içinde hissettiği yasın keşfini şöyle anlatıyor: "İçimde bir şey,  öyle ya da böyle, bir şeyi kaybediyor olduğumu hem anlıyor hem de kabul etmeyi reddediyordu. Hepimiz bir şey kaybediyoruz: bir güvenlik hissi, en iyi durumda aldatıcı dahi olsa, hepimizin sıkıca asıldığı, her ne kadar istikrarsız da olsa aşina olduğumuz dünyada bizi tutan ve içinde bir şekilde kendimiz olmayı bildiğimizi hissettiğimiz bir normallik duygusu. Ne zaman ki yası gördüm ve - yapabildiğim kadarıyla - kaybın gerçekliğine izin verdim, gerginlik azaldı." 


Pozitif kalmaya, yokmuş gibi davranmaya devam ederek hissetmeye karşı, kaybın kendisine karşı verdiğimiz mücadele bizi daha da baskı altına alıyor. Belki de çoğumuz, yaşadığımızın kişisel bir çalkantı olduğunu sanıyoruz. Oysa bu süreci, hem kendi kişisel hikayelerimizin içinden hem de kolektif bir hikayenin parçası olarak yaşıyoruz. Yasa karşı gösterdiğimiz direnci bırakınca ortaya ne çıkacaksa, belki de ancak oradan dışarı çıkabileceğiz.


Yası görmek ise, ancak "ötekileri" görmekle mümkün.


Bazılarımız için ev, güvenli, sıcak, rahat. Bir sığınak. Bir inziva alanı. Bir "koza". Ama ya yeterince ayrıcalıklı değilsek ve ev bir hapishane, bir hücre, bir çıkmaz ise?  


Ev, birçok kişi için travmayı tetikleyen, savunmasız hissettiren, tehlikeli bir yer iken, karantina altında daha da önlenemez bir hale geliyor bu. Önlenemez oluşu, kanıksanmış, kabul edilmiş, görülüp onaylanmış olmasından geliyor. 


Karantina sürecinde evde kalmak zorunda olan bir çok kadın ve çocuk her gün şiddete maruz kalıyor. Türkiye'de de dünyada da aile içi şiddetin bu dönemde katbekat arttığı kesin. Alelacele çıkarılan kararlarla, kadın lehine koruma tedbirleri uygulanmaz hale gelmiş durumda. Son aftan sonra kaç kadın, kaç çocuk tacizcilerle, katillerle aynı evde kalmaya mahkum edildi? 


"Uzun zamandır görmezden geldiğimiz sosyal kırıkları hatırlatarak kültürün içine gizlenmiş olan gerçekler ortaya çıkıyor" diyor Gabor Mate. 


Koronavirüs herkese eşit davranıyor olabilir. Ama her şeyin kökünde yatan eşitsizliğin kendisi ne olacak? 


Irkçılık, ayrımcılık, eşitsizlik her zaman olduğundan daha belirgin bir şekilde ortada. İşte bu koza böyle bir koza. 


Resim: Çiğdem Kabatepe












bottom of page