Yalnız Gezegen
Telefonum Rüzgar'ın türlü fotoğraflarıyla dolu. Farklı açılardan, farklı suratlarıyla dünyaya gülümseyen Rüzgar, dünyaya ağlayan Rüzgar, kadere haykıran, ufka dalan, şaşıran Rüzgar. Bir de ikimizin birlikte olduğu fotoğraflar var. Kafayı memeye gömüp emen bir bebek ile zamanötesi bir boşluğa dalıp gitmiş bir kadın. Hayranlık ve korku, mutluluk ve hüzün karışık duygularla bakmış ve orada kaybolmuş kalmış bir kadın.
"Annelik nasıl" diye sorduklarında ilk önce iki şey gelir aklıma: Rüzgar'ı ilk kez gördüğüm an yaşadığım gerçek şaşkınlık hali ve ikimizin fotoğraflarında saklanan o uzak yakın bakış. Bir kayboluş, bir keşfediş halinin bakışı.
Bu dünyada üç ayını tamamladı oğlum. Şimdiye dek öğrendiğim şekillerde bir alışmaktan çok başka, ezelden beri tanıdığım bir insanla her gün yeniden kavuşur, her gün ona yeniden alışır gibiyim.
Her gün sıkça dalıp gittiğim yerlerde ne köyler, ne kuşlar, ne yaşamlar var...
Her anı yeniyle dolu, bilmeye, anlamaya aç olduğum yeni hayatım var, eksik kalan yanlarıyla yoklayan geçmiş yaşantım, adeta ileriden kovalayan gelecek günler takvimi, planlar silsilesi ve hayaller alemi var. Bir de "bir anlık" fark ettiklerim.
İlk önce bu yeni hayatımda yaşadığım gelligitli haller arasında kendine kendinle kalacak bir alan bulmanın ne büyük bir ihtiyaç olduğunu fark ettim. Bu alan bazen yan odada yaptığım yarım saatlik yogalar oldu, bazen mahallede bir ileri bir geri attığım turlar, Arzu'yla yaptığımız ayaküstü toplantılar, arkadaşlarla içtiğim bir iki yudum kahve ya da Bora ile evde parmak ucunda yürüyüp kısık sesle hazırladığımız akşam yemekleri... Bir de iki satır yazarak kendime bir alan yarattım, sevip de unuttuğum bir dünyayı geri çağırdı bu. Epeydir kalem tutmayan sağ elimin, yazmak için kucakta bir bebeye ve bir akıllı telefona ihtiyacı varmış meğer, nereden bilebilirdim.
Telefonun, telefonun kamerasının, seçilmiş görsellerden de oluşsa sosyal medyasının ne kadar aranır olabileceğini anladım. Tek elle sayfaları kolay çevrilebilir kitapların, azıcık uyumak için başı arkaya attığında boynunu ağrıtmayacak bir yastığın, destek olan, el uzatan, su getirenlerin ne kadar hayati olduğunu da.
Akrabasından komşusuna, yolda geçeninden esnafına kadar tüm dünyanın kadının bedeni üzerinde, bir tür iktidar peşinde olduğunu ve bunu ne kadar çok kanıksadığımızı anladım. Adeta ezbere "kucağa alışır, memeye alışır, kokuna alışır" diyiveren yetişkinlerin sarılmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu unuttuklarını anladım. Tüm kitapların, yazılıp çizilenlerin ötesinde, koca dünyayı anlamaya çalışan küçük bir insan yavrusunun gerekli tüm bilgiyi kendinde barındırdığını anladım.
Anladım ki, okuyarak değil, dinleyerek değil, göz göze bakarak, bizzat yaşayarak öğreniyorsun ve bu öğrendiğin her şey her gün değişiyor, bir öncekiyle çelişiyor.
Anladım ki, herkes akşam hayatlarına, evlerine, uykuya çekildiğinde, odanın içinde sanki bir küçük kavanozun içinde, akşamın erken sularında bebeğinle beraber uykuya düştüğün bir yer var. Bir gizli bölge. Bir sığınak.
Anladım ki evler kalabalık bile olsa, annelik yalnız bir gezegen.
Opmerkingen