"En son ne zaman özgürce koşmuştum?"*
Bora’ya anlatınca, yani sözle söyleyince öyle saçma geldi ki. Bisikleti otoparktaki bisiklet odasına koyacaktım. Odanın kapısını anahtarla açtım, sonra anahtarı orada bırakmakta tereddüt ettim, anahtarı da yanıma alıp içeri girdim ve hızlıca bisikleti koyup otoparktan çıktım. Biri arkamdan gelir de kapıyı üstüme kitler. Biri arkamdan gelir içeri girer kapıyı da içerden kitler. Söyleyince dünyanın en saçma şeyi ama ne yapayım, var.
Bu korku, karanlık, basık ya da tenha ortamlarda bir ortak insanlık tepkisi mi sahi. Yok yok, Bora’nın yüzündeki şaşkın ifadeyi gördüm. Bu olsa olsa bir kadınlık tepkisi.
Hem daha birkaç ay önce, annem Rüzgar’la yürüdükleri sahil yolunda tenha bir aralığa girdiklerinde tereddüt etmişti. Karşılarına bir genç erkek çıkmıştı, elinde bir kitap. Kötülük kitap ve gençlik dinlemez, bunu kadınlar iyi bilir. Annem kafasında çeşitli senaryolar kuradursun adam huzursuz olup topuklamıştı.
Bir ankette - Hande (Sakarya) paylaşmıştı- kadınların çoğunluğu, bir gün için dünyada erkekler olmasa “dışarıda yalnız yürüyeceklerini” söylemişler. Kanıksadığımız şeyin korkunçluğu... Dünyanın en çiğ gerilim filmlerine konu olacak durumları günlük olarak yaşıyoruz. Yıllar önce Hindistan’dayken, Avrupalı kadın arkadaşlarım, kendilerine laf atan, dik dik bakan adamlardan panik olduklarında, istemsiz bir şekilde içimden “oho” demiştim. “Bizim gardımız sağlam”. Tek kaşımı kaldırıp göğsümü kabartmıştım, bunca yıl boşuna mı her sokağa çıktığımızda yere bakmak zorunda hissetmiştik yani.
Bir kadın olarak sürekli tehdit altında yaşamaktan bana kalan savunma silahlarını bile kendime ödül bellemişim. Oho değil oha.
Pandemiydi şuydu buydu derken Datça’da kaldık. Geçenlerde Bora’nın birkaç gün İstanbul’a gitmesi ile ilgili bir konu olduğunda Rüzgar’la burada tek kalabilir miyim diye bir düşündüm. Araba kullanamıyorum, acil bir şey olsa ne olacak gibi soruların gerçekliği bir yana, bu konuda ne kadar rahat hissettiğimi fark ettim. Burada genel olarak güvende hissediyordum. Aslında İstanbul’da, kolay ve hızlı olan şehirde, korunaklı ve konforlu evimizde kendimi çok da güvende hissetmiyordum.
Kırsala övgü gibi değil. Çok iyi biliyorum ki nice kırsallar var tehdit ve tehlike dolu. Biliyorum ki, buralarda da azap çeken birçok kadın var.
Benim, bir şehir insanı olarak anladığım, şehir, o pek sevdiğim, vapuruna ayrı, eğri büğrü sokaklarına ayrı hayran olduğum İstanbul bir sürü yükle geliyor. Ne kadar ayrıcalıklı olduğumuz, bu yükün boyutunu da belirliyor kuşkusuz. Fakat kesin bir şey varsa en mutena semtlerde bile kadınlar korku içinde yaşıyorlar. Bilinçdışı oluşuyla belirsiz. Belirsiz oluşuya kanıksanmış. Kanıksanmışlığıya aklanmış.
Sokağa çıkar çıkmaz antenlerini dikmeyi; ıssız sessiz yollarla uzun kalabalık yolları takas etmeyi; yere yere bakarak yürümeyi alışkanlık edinmişiz. Kendimiz bilmesek de bir şey adımlarımızı hızlandırmış.
Bora’nın kendini son derece güvende hissettiği kombili klimalı evimizde benim baya baya acil kaçış rotalarım var. Farklı durumlar için ayrıntılarına kadar, özenle düşünülmüş.
Erkekler vahşi hayvanlardan korkuyorlar, kadınlar normal insanlardan.
“Erkekler kadınların onlara gülmesinden korkuyor. Kadınlar erkeklerin onları öldürmesinden.” demiş Margaret Atwood.
Tek başımıza yürümek özgürlüğümüz olmuş. Daha ne denir ki?
*Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa Pinkola Estes
Comments