Aramızdaki Korku Dağı
Şule Çet cinayeti davası sürüyor. Davada sanık avukatları ve sanıkların iddiaları ile hakimin sormaya cüret ettiği sorular, toplumların kadına ve cinsel suç mağdurlarına bakışının da bir özeti aslında. “Kızına sahip çıksaydın”dan “bakire değilmiş”e, “alkol almış”tan “o saatte tek başına orada ne arıyormuş”a varan, suçu aklamaya yönelik türlü soru ve iddia havada uçuşabiliyor. Sanık, bir takım elbise ve sinek kaydı traşın ekmeğini yiyebileceğini biliyor. Başka sanıklar, başka vakalarda, hep bu aynı ekmeği yemişler zira. İyi hal, haksız tahrik, delil eksikliği hep mağdurları vurmuş.
Bu avukatlar bu beyanlarda nasıl bulunabiliyor? Bu hakimler bu soruları nasıl hiç tereddüt etmeden yöneltebiliyor? Cevap ne yazık ki hepimize çok yakın. Mağdurların ezilip yok edildiği dev bir mahallede yaşıyoruz hepimiz.
Yakın zamanda klinik psikolog ve akademisyen Murat Paker, “Hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle” danışanına yönelik cinsel saldırıdan ötürü 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkemenin kararına karşı, Bilgi Üniversitesi klinik psikoloji bölümü öğretim üyeleri, kendisinin “böyle bir durumda kalmasına” çok üzüldüklerini ve hocalarının yanında olduklarını bildiren bir yazı yayınladılar. “Çok sayıda öğrenci yetiştirmiş; çok sayıda danışanla psikoterapi çalışması yürütmüş; Türkiye'de klinik psikoloji alanının kurumsallaşması, genişlemesi ve eğitiminin en ileri düzeyde sağlanması konusunda sonsuz emek vermiş” hocalarına inandıklarını deklare ettiler. Bir başka deyişle, "Birikim dergisi yazarı”, “Bilgi Üniversitesi hocası”, ceketli, kravatlı “aydın” kişinin çok sayıda danışan görmüş ve öğrenci yetiştirmiş olmasını mesela, cinsel taciz suçlamasına karşı bir argüman olarak ileri sürebildiler. Davanın içeriğine[1] hiç girmeden, sadece bu açıklama bile, saldırının gerçekliğinin saldırganın kimlik, unvan ve görünüşüyle ne kadar ilgili olduğunun ve mağdurun bir özne, gerçek ve canlı bir insan olarak algılanmayışının net bir örneği.
Dikkatli baktığımızda, “Hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak” tanımına dayanak olan çarpık yapı kendini güç ilişkilerinin olduğu her yerde gösterdiğini görebiliriz. Yani yaşamın her alanında, rıza sorunsalı da – kelimenin kendisinin taşıdığı ikilemden de belli olacağı gibi – kendiliğinden ortaya çıkıveriyor.
Uzaklarda aramaya gerek yok. Son iki yıldır yoga camiası, Hollywood’da başlayan #metoo hareketinin bir devamı olarak sayısız şiddet, cinsel saldırı, taciz ve tecavüz suçlamasıyla çalkalanıyor.
Biraz bakınca, neredeyse yoga tarihinin içine işleyen bir taciz tarihi karşımıza çıkıyor. 1900'lerin başından sonuna kadar, "The Great Oom" olarak bilinen Amerikalı "yogi" Pierre Bernard'dan, Siddha Yoga'nın kurucusu, Shaktipat Guru olarak bilinen Swami Muktananda'ya; “Kundalini Yoga ustası” Yogi Bhajan'dan Kripalu Merkezi’nin lideri Amrit Desai ve Patanjali'nin Yoga Sutraları ve Bhagavad Gita yorumlamalarıyla bilinen Swami Satchidananda’ya bir çok guruya karşı, görevin kötüye kullanılması, cinsel taciz ve saldırı sebebiyle davalar açılmış.
Daha yakın tarihte, 2012’de, Anusara Yoga’nın kurucusu olarak nam salan John Friend’e karşı, cinsel saldırı suçlamalarıyla birçok dava açılmıştı. 2016 yılında, "Bikram yoga" olarak bilinen markanın sahibi - şu an kaçak durumunda olan - Bikram Choudhury, kendisine karşı açılan cinsel saldırı davalarından birinde 6.5 milyon dolarlık tazminata mahkum edilmişti.
Iyengar Yoga’nın öncü hocalarından Manouso Manos, Aştanga Vinyasana Yoga’nın kurucusu olarak bilinen Pattabhi Jois, Krişnamaçarya’nın torunu, Viniyoga’nın kurucusu Kausthub Desikachar… Bunlarla birlikte ismi pek duyulmayan sayısız hoca, guru, lider...
“Enerji aktarmak, “Şifa vermek”, “Ego terbiye etmek”, ”Ruhu eğitmek”... Cinsel saldırının “spiritüel” isimlerinden bazıları.
Ardından gelen savunma ve açıklamalar ise her zaman duyduğumuz türden:
“Aralarında gerçekte ne olduğunu bilemeyiz.”
“Karşı çıksaymış”
“Ben böyle bir deneyim yaşamadım.”
“O zaman neden gitmeye devam etmiş?”
“Rızası varmışda olmuş”
“Yanlış anlaşılmıştır.”
“Ölünün –kendini savunamayacak birinin arkasından konuşulmaz.”
“Bu kadar saygın biri asla böyle bir şey yapmaz”,
“Hem onun/onların doğru söylediğini nereden bileceğiz?”
"İspatlanmış mı?"
Holly Fauro tadında bir öğrenci, Jivamukti Yoga ekolünden Lady Ruth olarak bilinen Lauer-Manenti tarafından maruz kaldığı cinsel tacizi anlatırken şu cümleleri kullanıyor: “Bir donma döngüsü içindeydim. Hem çocukluğumdan hem de genç bir yetişkin olarak geliştirdiğim yeme bozukluğumdan kaynaklanan ayrışma (disosiyasyon) alışkanlığı içime işlemişti. Bu yüzden, kendi içgüdülerimden daha çok güvenmeyi öğrendiğim kişi olan “gurum” Ruth için, benim şahsım üzerinde kontrol ve sahiplik kazanmak kolaydı.”
Bunun karşısında, Jivamukti Yoga’nın kurucuları David Life and Sharon Gannon, kendi yoga okullarında öğrenci ve öğretmenleri, güç dengesizlikleri ve bunun psikolojik etkileri hakkında nasıl eğittikleri sorusuna cevap olarak şunu söyleyebiliyorlar: “Kişi, görmek istediğini görür.” “Kişinin kendi zihninin içindeki neyse, onların etrafındaki dünya da onu aynalayacaktır.” “Eğer bir kişi paraya odaklanmışsa, karşılaştıkları her şey de bu düşünce ile bağlı olacaktır. Eğer bir kişi seks hakkında düşünüyorsa, etrafındaki diğer insanları bunun ışığında görecektir. Eğer bir kişi kendini mağdur olarak görüyorsa, etrafındaki diğerlerini de mağdur ya da fail olarak görecektir.” [2]
Mağduru suçlama alışkanlığı, her zaman bu cevap gibi spiritüel süslemelerle örtülmüş olmasa da, özünde suçlunun gözünden bakmanın bir sonucudur. Burada artık, mağdurun kendisine ya da onun yaşadığı deneyime ilişkin bir düşünce, hassasiyet ya da endişe yoktur. Mağdur, bir obje konumundadır. Çünkü ancak mağdur bir obje olduğunda saldırganın iyi halinin, kılık kıyafetinin, parasının, saygın konumunun, yaşının, hayatta olmayışının, kültürel farkların ve daha birçok başka sıfat, unvan ve betimleyicinin bir anlamı olabilir.
Mağdurun deneyimine kulak verilmemesi, az ve yetersiz görülmesi, suçun suçlunun gözünden bakılarak tespiti ve suçluların, hangi sosyal ve ekonomik statüde olurlarsa olsunlar, süslü ya da kaba, üstü kapalı ya da açık bir şekilde korunuyor olması, mağduru her seferinde yeniden travmatize eder ve geride durmaya iter. Bu da kaçınılmaz olarak toplumun damarlarına da ince ince işlenir.
Yogayı batıya taşıyan isim olarak bilinen B.K.S Iyengar’ın öğrencilerine sert davrandığı, bağırdığı, hatta vurduğu uzun zamandır konuşulur. Bazı öğrencileri bu durumu Iyengar'a özgü bir nitelik, hatta onun "iyileştirici gücü"nün bir görünümü olduğunu ileri sürerler. Bir yandan da aslında ismi "Bellur Krishnamacharya Sundaraja"nın kısaltması olan B.K.S'in "beat, kick, slap"'in (vur, tekmele, tokatla) olduğu hakkında "şakalar" yapılır. Yani bir şekilde, fiziksel şiddet içeren eylemleri, genellikle hocanın niteliklerinden ötürü hoşgörülür ve karikatürize edilir veya sistemin, kültürün ve eğitimin ayrılmaz ve kaçınılmaz bir parçası parçası olarak kabul edilir.
Pattabhi Jois’in kadın öğrencilerine ellerle yönlendirme yaparken cinsel tacizde bulunduğunu gösteren bir videoda Jois’in normal davrandığı, her zamanki hali olduğu, eğitimin doğasında bunun olduğu, dahası bu hareketlerinden sonra erekte olmadığı, bu yüzden de bunun taciz sayılamayacağı konuşuluyor.
Oysa tıpkı fiziksel şiddet gibi, cinsel taciz de, cinsellikle değil doğrudan iktidar meselesiyle ile ilgili.
Dünyaca ünlü yoga hocalarının, bunca zaman birebir tanık oldukları ya da duyup bildikleri cinsel taciz eylemlerine karşı neden sessiz kaldıklarının cevabı da iktidar meselesiyle ilgili.
Manos’un cinsel tacizde bulunduğu öğrencisi, Ann West, yaşadıklarını açıklamadan ve Manos'u şikayet etmeden önce şunları hissettiğini söylüyor: “Eğer Manos’a karşı hareket etseydim, büyük bir organizasyona karşı hareket etmiş olacaktım... Iyengar ailesinin kendisine karşı.” “...Bir ihanet duygusu olacaktı. Iyengar Yoga’ya ve Iyengar ailesine ihanet ediyormuşum duygusu...” [3]
İhanet duygusu, otoriteye bağlılık, sürüden kovulma kaygısı... Bütün bunlar, Michael Stone’un deyimiyle “yoga hocaları ile aramızda koca bir korku dağı” olmasından kaynaklanıyor. Peki yoganın birleştiriciliği bu korku dağının neresinde?
Belki de hepimiz, hayatın başka alanlarında olduğu gibi, yoga derslerinde de defalarca kez, hocanın hiç dokunmamasını ya da daha fazla itmemesini istedik ama “dur" diyemedik. Kaç defa “istemiyorum” demekten kaçındık. Bizi fiziksel ya da ruhsal olarak inciten bir hocaya gidip bunu söyleyemedik. Adeta hocanın kendi bedemizi bizden daha iyi bildiği, bize neyin iyi geleceğini ancak onun öngörebileceği bir hiyerarşik yapı içinde, kendi ihtiyaç ve seçimlerimizi, kendi alan ve özgürlüğümüzü onun ellerine teslim ettik. Oysa eşitlik duygusunun olmadığı yerde özgürlük de olmazdı.
Pattabhi Jois’in jenerik sözü “practice and all is coming”, bu sene, yoga hocası ve yazar Matthew Remski’nin kitabının da başlığında: “Practice and All is Coming: Abuse, Cult Dynamics and Healing in Yoga and Beyond”
Biz, yoga hocaları olarak, eğitimlerde yoga ekollerini, bu ekollerin kurucularını bu eylemler hiç olmamış gibi mi aktaracağız? Gönül rahatlığıyla bu hocaları refere etmeye devam mı edeceğiz? Biz, bu şiddet sistemine karşı, dürüstlük (satya) ve şiddetsizlik (ahimsa) içinde bir alanı yoga stüdyolarında, eğitimlerde ve derslerde nasıl yaratabiliriz?
Senelerce Pattabhi Jois’in tacizlerine maruz kaldığını anlatan Karen Rain hepimizden açıkça şunu talep ediyor [4]:
Bir cinsel suçluya göstere göstere saygı göstermeyi bırakın.
Onun için – saygınlık ifade eden - “Guruji” ya da “Sri” unvanlarını kullanmayı bırakın.
Şalalarda (stüdyolarda) ya da internette, onu onurlandırıcı veya onu normalize edici fotoğraflar paylaşmayın.
Onun ismini kullanarak ün/kar elde etmeyin.
Onunla çalışmış olmayı yüceltmeyin ve,
Cinsel taciz/saldırı yerine “yönlendirme”ve “düzeltme”gibi örtmece içeren isimler kullanmayın.
Ellerle yönlendirmelerden derslerde kullandığımız dile kadar güncellememiz, yeniden düşünmemiz ve uygulamamız gereken ilkeler, kullanabileceğimiz yeni teknik ve araçlar var. Travmayı anlamak ve travma bilinciyle ders vermek artık tüm dünyada çoğu yoga stüdyosunda ve hatta Yoga Alliance ilke ve kılavuzlarında da yerini almaya başladı. Bütün bunların merkezinde ise iktidar ilişkilerinin ve rıza sorunsalının farkına varmak ve bunu ulu orta konuşabilmek var. Bunun için, takip ettiğimiz, bize saygın veya kutsal gelen ekollerin, sevdiğimiz saydığımız hocaların hakkında çıkan şiddet ya da cinsel suç haberlerine karşı içimizden yükselen ilk tepkiyi fark ederek başlayabiliriz.
“Bazı hocalar, kendilerini, güç, kontrol ve egodan ibaret olan bir kürsüye koyarlar..." "...Kırılgan ve dürüst olabilen ve kendi yolculuğunu paylaşmaya açık olan her hoca, bu kürsüyü kolayca dağıtacaktır. Saygı, tapınmadan farklı bir şeydir.” diyor Donna Farhi.
İlk önce kürsüleri dağıtmak gerek.
[1]Dava ile ilgili Özlem Altuntaş- Suzan SanerKaynak’ın Çatlak Zemin’deki şu yazısını okuyabilirsiniz: https://catlakzemin.com/cinsel-saldiri-ifsa-ve-adalet/
Commentaires